5 Aralık 2017 Salı

MYKONOS-SANTORINI




Bu yaz rotamızı,son zamanlarda yaptıkları iyi reklamla oldukça fazla turist çeken  yanıbaşımızdaki Yunan Adaları’na çevirdik.Biz en ünlüleri olan Mykonos ve  Santorini’yi tercih ettik ama diğer adaları da ilk fısatta görmeyi  düşünüyorum.

Mykonos


Mykonos nam-ı diğer partiler adasına  gitmeyi düşünüyorsanız ya henüz 35’inize gelmemişsinizdir ya da ben yaşımın adamı değilim,ruhum genç diyen tiplerden olmalısınız.Zira müziğin ve dansın bitmediği bu adada gün 14.00 civarı başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor.

Ulaşım

Cruise turlarına katılıp adaya bir geceliğine yanaşabileceğiniz gibi,bizim gibi gitmişken adayı iyice içimize sindirelim,gündüzleri de beach beach gezelim diyorsanız yaz sezonunda İstanbul’dan Atlasjet ve Borajet’in yaptığı direkt uçuşları tercih edebilirsiniz.
Uçaktan iner inmez adanın çoraklığı dikkatimi çekti fakat otele doğru yaklaştıkça bembeyaz mimarisi kendini belli ediyor ve seviyorsunuz.
Oldukça rüzgarlı olan adada Ağustos ayında sıcaklık ortalama 26-27 derece civarında olduğu için bizim gibi İstanbul’dan gidenler için havası son derece ferah geliyor.Ada içi ulaşımı adanın hemen her yerine giden otobüs hatlarıyla sağlayabileceğiniz gibi,araba,atv ya da motor da kiralayabilirsiniz.Araba kiraları günlük yaklaşık 50 euro,motor ve atv’leri ise biraz daha düşük fiyata kiralayabiliyorsunuz.
Mykonos her ne kadar ünlü beachleriyle ön plana çıksa da adayı sadece beach club olarak görmek yanlış olur.Yel değirmenleri,bir çok kafe ve restaurantın olduğu Küçük Venedik ve alışveriş yapabileceğiniz town (merkez) adayı keşif gezinitisine çıkarsanız uğrayacağınız duraklar olmalı.Şehir merkezini gezerken daracık ve bembeyaz sokakların  her iki yanına sıralanmış irili ufaklı dükkanlardan helenistik takılar ve giysiler ya da Mykonos’u hatırlatan küçük biblolar ve maketler alabilirsiniz.Sokak aralarında gezerken meşhur flamingoya rastlarsanız kendisiyle fotoğraf çektirmenizi tavsiye ederim,zira ben sevgili kocam elimden tutup hadi hadi diye çekiştirdiği için bu fırsatı yakalayamadım .Sonradan kendisinin ne kadar ünlü olduğunu duyunca da baya bi hayıflandım L Alısveriş yaparken ferahlamak isterseniz buz gibi nefis frappelerinden içmenizi tavsiye ederim.

                                      Küçük Venedik



Yeme-İçme

Yunan  Mutfağı ile Türk Mutfağı arasındaki benzerliğe hayret edeceksiniz.En meşhur yemeklerinden biri olan mousaki ile bizim  musakkamız oldukça birbirine yakın tatlar.Ayrıca gyros dedikleri döner ve souvlaki dedikleri şiş kebap da tek bir farkla bizdekinin aynısı,orada bunları çoğunlukla domuz etinden yapıyorlar ancak kuzu ve tavuk versiyonları da mevcut.Ve tabii ki deniz ürünleri.Adaya gitmişken bence ilk tercihiniz deniz ürünleri olmalı.Çünkü deniz ürünlerinde oldukça başarılılar.Meşhur ouzoları balığınızın yanında size eşlik edebilir ancak oldukça lezzetli şarapları da mevcut.Tatlılara geçtiğinizde “ geleneksel baklava”,”geleneksel kadayıf ” ve “geleneksel lokum”larını görünce şaşırmayınJ Son olarak da geleneksel Greek kahveleri var ki bizim Türk kahvesinin biraz daha yumuşak içimlisi diyebiliriz.

Plajlar

Mykonos’un masmavi denizi ve yumuşacık kumsallarıyla birbirinden güzel birçok plajı var.Plajlara giriş ücretsiz ancak şezlonglar için ücret ödüyorsunuz.İki adet şezlong ve bir şemsiyeden oluşan setin fiyatı yaklaşık 20 euro.Plajlarda ve adanın genelinde adım başı eşcinsellere rastlamak oldukça normal bir durum.Zaten Mykonos’un en önemli özelliklerinden biri de her çeşit cinsel tercihe saygılı olunması.Biz de bir süre sonra bu duruma alışıyoruz ve herkesin tercihine saygı duyuyoruz.
Genelde akşamüzeri başlayan beach partiler gece ilerledikçe hızını arttırıyor.Bunlardan en ünlüleri Paradise Beach,Super Paradise Beach,Paraga Beach ve Elia Beach.

Paradise Beach

Denizi ve kumu oldukça güzel.Plajdaki kafelerden yiyecek ve içecek servisi yapıyorlar.Ayrıca şezlonglar arasında dolaşan Taylandlı masajcılara tai masajı yaptırabilirsiniz.Saat 16.00 civarı müzik başlıyor ve dansçı kızlar barın üzerinde dans ediyor.Müziği ve dansçı kızları beğenmezseniz biraz ilerideki başka bir partiye geçebilirsiniz.Ayrıca dünyaca ünlü gece mekanı Cavo Parodiso da Paradise Beach’te yer alıyor.


Super Paradise Beach

Dansçı kızları diğer beachtekilere kesinlikle fark atıyor kabul etmek lazımJ Onun dışında diğer özellikler hemen hemen aynı.

Paraga Beach

Burada da konsept aynı.Ancak Paraga’nın farkı burada daha çok öğrencilere hitap eden ucuz bir tatil seçeneği olan hostelinin olması.Plaj boyunca yine kafeler ve restaurantlar mevcut.Bazılarında saat 18.00’de başlayan ‘happy hour’lar yapılıyor.
Elia Beach’e biz gitmedik ama genelde biraz daha sakin bir plaj tercih edenlere öneriliyormuş.
Mykonos’a yaz sezonunda hemen her ülkeden turist geliyor.Özellikle Amerikalı ve İskandinavyalı turistler çok fazla. Dünyanın dört bir yanından gelen turistleri görünce doğal güzellik olarak çok daha fazlasına sahip olan ülkemize iyi reklam yapılmadığı için turistlerin gelmediğini düşününce üzülmeden de edemiyorum açıkçası.
3 günlük Mykonos seyahatimizde bizim gezdiklerimiz bunlar.Doğa güzelliği görmek için gidiyorsanız bizim maviyle yeşilin buluştuğu Ege ve Akdeniz kıyılarından sonra Mykonos gibi çorak bir ada sizi tatmin etmeyebilir.Ama istediğiniz marka olmuş bir gece hayatı ise Mykonos’u çok seveceksiniz.

Santorini



Ve Yunan Adaları’nın gözbebeği,en romantiği,en estetiği,en sevilesi olanı Santorini…Mykonos’tan çok etkilendiğimi söyleyemeyeceğim ama Santorini’ye aşık oldum diyebilirim.. Ancak baştan söyleyeyim eğer amacınız deniz,plaj,güneş üçlemesinden oluşan bir tatil ise Santori sizin beklentilerinizi karşılamayacaktır.Ama kendine has romantik atmosferinde görsel bir şölen yaşamak istiyorsanız tatil planlarınıza eklemenizi tavsiye ederim.
Santorini’ye Mykonos’tan feribotla yaklaşık 3 saate ulaşabiliyorsunuz.Limana gelir gelmez
Santorini denizden yüzlerce metre yukarıdaki volkanik bir dağ üzerine kurulmuş bir yerleşim olarak göze çarpıyor ve işin aslı muhteşem güzelliğini de buna borçlu.Thira (Fira diye okunuyor),Oia(İya diye okunuyor) ve Perissa,adanın gezilecek başlıca yerleri arasında yer alıyor.Denizden yaklaşık 300 m yüksekliğe konumlanmış Santorini’yi dolaşmak için limandan yukarıya teleferikle veya eşek sırtında çıkabileceğiniz gibi kondüsyonunuza güveniyorsanız merdivenlerle de çıkabilirsiniz.Ya da en iyisi bizim yaptığımız gibi araba kiralayabilirsiniz.Araba kiraları burada da günlük ortalama 50 euro civarı.

Thira

Adanın merkezi olan Thira,Santorini’nin diğer yerleşim merkezleri gibi dağın tepesine kurulmuş ancak denize doğru açılan teraslı yapıları sayesinde denizle her an iç içe olduğunuzu hissediyorsunuz.Arabanızı bir otoparka bırakıp şehri dolaşabilirsiniz ancak otopark yazısı olmayan yerlere arabanızı bırakmayın,aksi takdirde 80 euro para cezası ödemek zorunda kalabilirsiniz.  Thira oldukça kalabalık ve alışveriş açısından oldukça renkli bir yer.
Merdivenleri çıkarak her iki taraftaki mağazalardan alışveriş yapabilir veya muhteşem manzaralı kafelerde bir şeyler yiyip içebilirsiniz.




Oia

Hemen hemen bütün Yunan Adası reklamlarında sembol haline gelmiş olan mavi kubbeli kiliseler ve bembeyaz evlerin olduğu yerin ta kendisidir Oia…Oia’yı gezerken çoğu zaman bir kartpostala bakıyor hissine kapılabilirsiniz.Enteresan şekilde ve tavan seviyede romantik bir atmosferi vardır ki sanırım balayı çiftlerinin özellikle  burayı seçmesinin ana sebebidir.Ve gel gelelim gün batımına..Gün batımı Oia’da gerçekten bir festival gibi yaşanıyor.Eline kadehini ve şarabını alan yüzlerce insan tam gün batımı saatinde,manzarası en güzel olan çatılara,tepelere ve merdivenlere hınca hınç doluşuyor veya en güzel gün batımı manzarası olan restaurant ve kafelerde yerlerini ayırtıp alkışlarla günü uğurluyorlar.Zaten buradaki otellerin hemen hepsi gün batımı manzaralı terasları olacak şekilde tasarlanmış ve teraslara da elinize kadehinizi alarak içine girip günbatımını izleyin diye jakuziler yerleştirilmiş.Santorini’ye gidecekseniz diğer lokasyonlara göre biraz daha pahalı da olsa   Oia’da bir otelde kalmanızı ve buradaki muhteşem gün batımı seromonisini yaşamanızı tavsiye ederim.Oia’da kalmayacaksanız bile mutlaka  akşam saatlerinde burada olup gün batımını izleyin.Çünkü bence Oia olmasaymış Santorini olmazmış...

                                                               Gün batımı şeysi:)




Plajlar

Aslına bakarsanız Santorini’deki plajlar bizim anladığımız plaj kavramından biraz uzak.Burada sapsarı yumuşacık kum plajlar bulmanız pek mümkün değil.Yazının başında da belirttiğim gibi deniz tatili istiyorsanız Santorini sizi tatmin etmeyecektir.

Amoudi

Oia’nın hemen yamacında kalan Amouidi Kasabası ve denizi bana göre Santorini’nin denize girilebilecek en güzel yeri.Ancak denize ulaşmak o kadar da kolay değil.Araçla gidebileceğiniz en uç  noktaya gidip aracınızı park ettikten sonra kayalıkların arasından önce tırmanıp sonra da inerek denize ulaşabiliyorsunuz,ancak  kayaların arasına saklanmış gizli bir cennet bulduğunuzu görünce çektiğiniz eziyete değiyor.


Red Beach

Adından da anlaşılacağı gibi kırmızı kayaların ufalanmasıyla oluşan küçük kırmızı taşların meydana getirdiği bir plaj.Ancak plaja ulaşabilmek için yine kayalardan tırmanıp denize inmeniz gerekiyor.


Kamari Beach

Bana göre Kamari,Santorini’nin en organize edilmiş plajı ve aynı zamanda sanırım tek kum plajıydı.Red Beach ve Amouidi’nin aksine burada şezlong,şemsiye ve plaj çevresinde çok sayıda kafeterya bulabilirsiniz.

Black Beach

Black Beach de tahmin edebileceğiniz gibi siyah kayaların ufalanıp küçük taşları meydana getirmesiyle oluşmuş bir plaj.Santorini plajları için büyük nimet sayılan şezlong ve şemsiyeleri burada da görebilirsiniz.

White Beach

Açıkçası biz "aynısının beyazı" diyerek White Beach’e gitmeye gerek görmedikJ Siz gittiyseniz bana  bilgi verebilirsiniz.

Yiyecek-İçecek

Santorini’de mutlaka bir akşam Oia’daki gün batımı manzaralı restauranlarda ve bir akşam da Amouidi’de deniz kenarındaki balık restaurantlarında yemek yemenizi tavsiye ederim ancak güzel manzaralı bir masa için önceden rezervasyon yaptırmanız gerekiyor.Izgara balıklar ve limonlu zeytinyağlı sos ile birlikte servis edilen ızgara ahtapot kesinlikle çok lezzetliydi.
Bizim Mykonos ve Santorini’de gezip gördüklerimiz bu kadar.Diğer Yunan Adaları’nı görmedim ama her iki ada da deniz ve doğa güzelliği olarak bana göre bizim Ege ve Akdeniz kıyılarımızın eline su dökemez. Ama reklam ve devletlerin izlediği politikalar sayesinde biri dünya markası olurken diğerinin pazardaki yerinin giderek küçülmesi insanı üzüyor.
Başka bir seyahatte görüşmek üzere…






22 Ekim 2017 Pazar

VENEDİK-FLORANSA-PİSA



     Baharın yavaş yavaş kendini göstermesiyle birlikte içimizdeki seyahat aşkı depreşti ve bu defa ne zamandır görmek istediğimiz Venedik-Floransa-Pisa  üçlüsünün  yolunu tuttuk.Açıkçası Pisa listemizde yoktu ama Floransa'dan İstanbul'a direkt uçuş olmadığı için seyahat planımıza,İstanbul'a direkt uçuşu olan Pisa'yı da ekledik.

 

VENEDİK

Kanallar Şehri olan Venedik,şüphesiz dünyanın en güzel ve en romantik şehirlerinden biri.Kanallarla ayrılan ve köprülerle bağlanan 118 adanın üzerine kurulmuş olan şehir, Avrupa'nın en çok turist çeken şehirlerinin başında geliyor.
 Venedik’e ulaşım İstanbul’dan yapılan direkt uçuşlarla sağlanıyor.Marco Polo Havalimanına indikten sonra ise vaporetto denilen motorlarla şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz.
  Biz Venedik’e mart ayında gittik ve oldukça soğuktu.Gündüz güneş kendini gösterip biraz ısıtsa da akşamları iliklerime kadar üşüdüğümü hissettim.Sanırım bu yüzden Venedik, yılın her ayı turistleri ağırlasa da yaz ayları daha çok tercih ediliyor.Yaz aylarında gidemeyecekseniz,gittiğiniz ayların yoğun yağış alan aylar olmamasına dikkat edin,çünkü yoğun yağış alan nisan ve ekim aylarında Venedik'te su baskınları oluyormuş.Kış aylarında gidecekseniz ise mutlaka şubat ayında gitmenizi tavsiye ederim.Çünkü şubat ayında Venedik'in meşhur maske karnavalı yapılıyor ve karnaval boyunca insanlar rengarenk kostümler giyinip,maskelerini takarak Venedik'in sokaklarında ve San Marco Meydanı'nda toplaşıp,muhteşem bir görüntü oluşturuyorlarmış.Geçmişte Venedik'te baş gösteren veba salgını sırasında hastalığa yakalanan insanların yaralarını gizlemek amacıyla kullandıkları maskeler günümüzde Venedik’in en önemli simgelerinden biri haline gelmiş durumda.Siz de Venedik hatırası olarak kendinize ve sevdiklerinize şehrin hemen her mağazasında görebileceğiniz bu maskelerden satın alabilirsiniz.
Venedik'te gezilecek birçok tarihi yapı ve sanat eseri bulunuyor ancak Venedik'in ruhunu anlayabilmek için kanalların üzerindeki köprülerde gezmeli,bazen genişliği bir insan genişliğine kadar inen daracık sokaklarında kaybolmalısınız.Venedik sokaklarında kaybolmak çok kolay ancak neyse ki eninde sonunda şehrin kalbi olan San Marco Meydanı'na çıkıyorsunuz.Biz de sokaklarda gezerken bir ara kaybolduk ama neyse ki sevgili kocamın navigasyon yeteneği sayesinde meydana çıkabildik.Sokaklar o kadar dar ve labirent gibi ki klostrofobisi olanlar için tedirgin edici bile olabilir.
Venedik içinde ulaşım vaporetto denilen motorlar ve gondollarla sağlanıyor.Öyle ki hemen her evin bir kapısı sokağa bir kapısı da kanala açılıyor ve insanlar evlerinin önünde duran gondollarla ulaşımlarını sağlıyorlar.
Venedik'te kalabileceğiniz birçok otel ve pansiyon bulunmakta ve şehir merkezine yaklaştıkça fiyatları artmaktadır.Ekonomik bir tercih yapmak istiyorsanız şehir merkezinden uzak noktalardaki otellerde kalabileceğiniz gibi her an şehrin kalbinde olayım,her yere yürüyerek gideyim diyorsanız San Marco Meydanı'na yakın bir oteli tercih edebilirsiniz.Biz fiyat olarak biraz daha pahalı olmasına rağmen, şehir merkezinde bir otelde kalmayı seçtik,size de bunu tavsiye ederim,çünkü bu şekilde Venedik’te olduğunuzu daha fazla hissediyorsunuz.Ayrıca kanal manzaralı bir odada kalmak isterseniz bir miktar fiyat farkı ödemeniz gerekiyor.
Venedik'te gezilecek tarihi yerlerin başında San Marco Meydanı,San Marco Bazilikası,Dükler Sarayı,Aziz Mark’ın Çan Kulesi,Ahlar Köprüsü,Büyük Kanal,Rialto Köprüsü ve Saat Kulesi geliyor.



 
 Çamaşırları açık havada kurutmak iyidir :)

San Marco Meydanı

Venedik'in en ünlü meydanı olan San Marco Meydanı'nı Napolyon ‘Avrupa'nın resim odası’ olarak tanımlamakta hiç de haksız değil.Meydanın çevresinde bir çok tarihi yapı bulunuyor.Bunların en önemlileri ise San Marco Bazilikası,Dükler Sarayı,Ahlar Köprüsü ,Aziz Mark’ın Çan Kulesi ve Saat Kulesi.
Ayrıca meydanın çevresinde çok sayıda kafe de bulunuyor.Bunlardan en ünlüsü ve en eskisi olan Cafe Florian macaronları ve nefis kahveleri ile ünlü.Garsonların smokinle servis yaptığı ve canlı klasik müziğin  kahvenize ya da içkinize eşlik ettiği bu kafede,adeta kocaman bir avlu olan San Marco Meydanı'nı seyrederken kendinizi Venedik’in hüzünlü ve romantik havasına kaptırıyorsunuz.Dünyanın en ünlü sanatçılarını,siyaset adamlarını ve filozoflarını ağırlayan Cafe Florian'da fiyatların biraz pahalı olduğunu söylememe gerek yok sanırım :)
 
 
 

 San Marco Bazilikası

Venedik in koruyucusu San Marco'ya adanmış olan kilise Bizans mimarisinin en önemli eserlerinden biridir. Tepesinde mozaiklerden yapılmış 5 adet kubbe yer alıyor ve altın renkteki işlemelerinden dolayı ‘Altın Bazilika’ olarak da biliniyor.Bazilikanın tepesinde bulunan ‘Aziz Markos un Atları’ olarak bilinen 4 adet bronz at heykelinin orijinalleri bazilika içindeki müzede sergileniyor. Bazilikaya giriş ücretsiz.

 

Dükler Sarayı 

İlk önce şato olarak yapılan bina daha sonra  gotik tarzda yeniden inşa edilerek içerisine düklerin kaldığı gösterişli odalar ve mahkeme salonları yapılmış.Son derece ihtişamlı olan yapı yaklaşık 900 yıl boyunca Venedik Cumhuriyeti'nin merkezi olmuş. Günümüzde ise müzeye dönüştürülmüş ve birçok sergiye ev sahipliği yapıyor.
 

  Ahlar Köprüsü

Dükler sarayının hapishaneye bağlandığı,üzeri pencereli barok tarzdaki Ahlar Köprüsü'nün diğer adları da ‘Son Nefes Köprüsü’ ve ‘İç Çekiş Köprüsü’dür.Köprüye bu isimlerin verilmesinin nedeni ,buradaki pencerelerin ,idama mahkum edilenlerin dünyaya baktıkları son yer olmasıymış. 

Aziz Mark'ın Çan Kulesi 

100 m yüksekliğindeki kule,Venedik’in en yüksek yapısı olma özelliğine sahip.Orijinal kule yıkıldığı için 1912 yılında yenisi inşaa edilmiş.Mutlaka kulenin tepesine çıkıp muhteşem Venedik manzarasını izlemenizi tavsiye ederim.
  

Saat Kulesi

Orijinal yapısını koruyan kulenin tepesindeki terasta iki heykel bulunuyor ve ellerindeki çekiçlerle her saat başı çana vuruyorlar.Biri genç biri yaşlı olan bu heykeller zamanın akışını temsil ediyormuş.Rivayete göre saat kulesinin yapımında çalışan ustalar, bir daha aynısını yapamasınlar diye, kulenin inşaatı bittikten sonra gözleri kör edilmiş.

Büyük Kanal

S şeklindeki bu kanal Venedik'in su ulaşımının ana hattıdır.Yaklaşık 4 km uzunluğunda ve 5 m derinliğindeki kanalın genişliği ise 30 m ile 70 m arasında değişiyor.Kanal boyunca birçok görülecek yapı ve üzerinde başta Rialto Köprüsü olmak üzere 4 tane köprü bulunuyor.Büyük kanalı gezmek için gondol turlarına katılabilirsiniz,tur fiyatları yaklaşık 80 Euro.

  

Rialto Köprüsü 

 Venedik'in sembollerinden biri olan Rialto Köprüsü şehrin en ihtişamlı köprüsüdür.Büyük Kanal üzerindeki 4 köprünün en eskisi ve en ünlüsü olan köprü San Marco ve San Polo’yu birbirine bağlar.Geçmişte altından savaş gemilerinin geçmesi amacıyla yapılan köprü günümüzde ise Venedik'in en turistik noktalarından biri haline gelmiş ve üzerinde irili ufaklı birçok mağaza bulunuyor.
 

  Yiyecek-İçecek

İtalyan mutfağı denince ilk akla gelen her ne kadar spagetti ve pizzalar olsa da Venedik’in mutfağı biraz daha balık ve sebze ağırlıklı.Ama yine de tabii ki lezzetli spagetti çeşitleri bulmanız mümkün fakat pizzalar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.Romantik bir akşam yemeği için kanal kenarlarındaki restaurantları tercih etmenizi tavsiye ederim.
 
Benim Venedik ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar ancak yazımı sonlandırırken Charles Dickens’in "Dünya da Venedik ile ilgili okuduğunuz hiçbir şey,şehirdeki muhteşem ve etkileyici gerçeğe eş değer değildir."sözünü hatırlatmak isterim..

FLORANSA

 Venedik’ten sonraki durağımız Floransa oldu.Venedik’ten yaklaşık 2 saatlik bir tren yolculuğuyla Floransa’ya ulaştık.Soğukluk konusunda Floransa’nın da Venedik’ten altta kalır bir tarafı yoktu.Ya da ben Venedik’te o kadar üşümüştüm ki Floransa’da bir türlü ısınamadım.Soğuk olmasını bir kenara bırakırsak Floransa kelimenin tam anlamıyla bir açık hava müzesi.Rönesans’ın doğum yeri olan şehir bir dönem İtalya Krallığı’na  başkentlik de yapmış. Arno Nehri etrafına kurulmuş olan bu şehir  aynı zamanda Toscano eyaletinin başkentidir.
  Hemen her sokağında bir sanat eserine rastlayabileceğiniz bu şehirde sanatın bu kadar gelişmesine banker bir aile olan Mediciler destek olmuşlardır.Leonardo da  Vinci,Michelangelo,Raphael,Donatello gibi dönemin önemli sanatçılarına maddi destek vermişlerdir. Mediciler nüfuzlarını dünyanın dört bir tarafındaki  sanat eserlerinin toplanmasında da kullanmışlar ve bugünkü müzelerin temelini atmışlardır.
Gelelim Floransa’da nerede kalınır ve nereler gezilir sorularının cevaplarına. Biz Floransa’da 2 gece kaldık.Zaten bu süre şehri gezmek isteyenlere yeterli olacaktır.Floransa’da hemen her yeri yürüyerek gezebilirsiniz.Biz ulaşımı kolay olsun diye her zamanki gibi şehir merkezinde bir oteli tercih ettik.Otelimiz Duomo Meydanı’na 5 dakika yürüme mesafesindeydi. Eşyalarımızı otele bırakır bırakmaz yürüyerek Duomo Meydanı’na çıktık.

Duomo Meydanı

Floransa’nın en önemli meydanı olan Duomo Meydanı ismini Duomo   Katedrali’nden almıştır.Meydana doğru Duomo Katedrali karşınıza çıktığında etkilenmemeniz mümkün değil.Yapımında 3 mimarın çalıştığı katedral Rönesans’ın ilk önemli eserlerinden  biridir.İnanılmaz heybetli bir yapı olan katedralin cephesindeki motifler oldukça etkileyici.

  

Giotto'nun Çan Kulesi

85 metre yüksekliğindeki yapıda 7 adet çan ve tepesinde bir seyir terası bulunuyor.
 

Aziz Giovanni'nin Vaftizhanesi

Bronz kapıları olan yapının içindeki mozaikler Ortaçağ döneminden kalma.
 

Senyorlar Meydanı

Floransa’nın ikinci büyük meydanı olan Senyorlar Meydanı ünlü Uffizi Galerisi’nin hemen yanında bulunuyor.Oturup vakit geçirebilecek keyifli bi yer olan bu meydanda birçok heykel bulunuyor.Bunların en önemlileri Michelangelo’nun Davut Heykeli’nin replikası,Cellini’nin Perseus’u,Giambologna’nın Sabine Kadınları’nın Kaçırılışı Heykeli’nin replikası,Neptün Çeşmesi,Herkül ve Cacus Heykeli.Ayrıca Meclis Salonu ve Uffizi Kafesi meydanda bulunan önemli yapılardandır.

 

Ponte Vecchio Köprüsü

Floransa’nın en eski ve en ilginç köprüsü olan Ponte Vecchio Köprüsü 14.yüzyılda yapılmış ve 2.Dünya Savaşı’ndan  zarar görmeden günümüze kadar gelebilmiştir.Köprünün mimarisi kadar hikayesi de oldukça ilginçtir. Dönemin zenginlerinden olan Mediciler halk tarafından pek sevilmedikleri için kimseye görünmeden nehrin karşı tarafına geçebilecekleri  bu köprüyü yaptırmışlardır.Köprüye dışarıdan bakıldığında kimin geçtiğinin görülmesini engelleyen evler ve dükkanlar bulunuyor.Eskiden derici dükkanlarıyla dolu olan köprü halka açıldıktan sonra dericilerin yerini günümüzde kuyumcular almış durumda.



            Uffizi Müzesi

Senyorlar Meydanı’nın hemen yanında bulunan Uffizi Müzesi Dünya’nın en ünlü ve en eski sanat müzelerinden biridir.Müzeyi gezmek için eğer online bilet almadıysanız en az 1-2 saatlik bir bilet kuyruğunda beklemeyi göze almanız gerekiyor.Zira müzenin yılda 15 milyon ziyaretçisi bulunuyor. Yapı ilk olarak Dük 1.Casimo’nun çalışma ofisi olarak inşa edilmiş sonraki yıllarda müze olarak kullanılmıştır.Medici ailesinin sanat koleksiyonunun sergilendiği müzede tam 45 oda bulunmaktadır.Müzede dünyaca ünlü sanatçıların eserleri dönem ve akımlarına göre sınıflandırılmıştır.Bazı odalarda ise tek bir sanatçının eserleri sergilenmektedir.Osmanlı padişahlarının portrelerine de rastlayabileceğiniz müzede mutlaka görülmesi gereken eserlerini başlıcalarını şöyle sıralayabilirim; Urbino Venüsü,Venüs’ün Doğuşu,Madonna ve Çocuk,İlkbahar

         Michelangelo Tepesi

Tarihi yapı gezmekten bıktım diyorsanız sizi Michelangelo Tepesi'ne alalım.Dik bir yokuştan çıkabileceğiniz tepede sizi muhteşem bir şehir manzarası bekliyor.

 

  PİSA

 Başta da söylediğim gibi Pisa,gezi programımızda yoktu fakat Floransa'dan İstanbul'a uçuş olmadığı için Pisa'ya geçerek İstanbul'a dönüşü buradan sağladık.
Pisa'ya gitmişken bir gece burada kaldık ve şehrin önemli noktalarını gezdik.Pisa,İtalya'nın kuzeyinde Toscano bölgesinde yer almaktadır.Şehrin en önemli yapısı dünyaca ünlü Pisa Kulesi'dir.Birçok turist sırf Pisa Kulesi'ni görmek için şehre gelmektedir.Biz de otele yerleştikten sonra meşhur eğik kuleyi ve çevresindeki diğer tarihi yapıları görmek için Mucizeler Meydanı'na gidiyoruz.

Mucizeler Meydanı

Unesco Dünya Mirası Listesi'ne alınan bu meydan,surlar içerisinde kalan yemyeşil bir alan ve bu alandaki Pisa Kulesi,Pisa Vaftizhanesi ve Pisa Katedrali'nden oluşmaktadır.

Pisa Kulesi

Meşhur eğik kule ilk olarak katedralin çan kulesi olarak inşa edilmiş.56 metre yüksekliğinde ve tam 294 basamağa sahip olan bu mermer kule,üzerine inşa edildiği toprağın nemli olması nedeniyle yan yatmaya başlamıştır.Öyle ki kule yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış ve yapılan restorasyon çalışmalarıyla 45 cm düzeltilerek günümüze kadar gelmesi sağlanmıştır.
Kulenin eğilmesine sebep olan nem aynı zamanda topraktan yukarı doğru kuleyi temizleyerek tertemiz kalmasını da sağlamaktadır.
Pisa Kulesi'nin önü, eğik kuleyi düzeltirken fotoğraf çektiren turistlerle doluydu.Klişe mlişe demedik biz de bu ritüele uyduk:)
              Yıkılan Pisa Kulesi'ni tutmasam olmazdı:)

Pisa Vaftizhanesi

Rönesans dönemi yapılarından olan,gotik mimariye sahip bu vaftizhanede dünyaca ünlü bilim adamı-filozof Galileo Galilei de vaftiz edilmiştir.Dikkatli bakıldığında aynı nemli toprak nedeniyle vaftizhanenin de eğik olduğunu farkedebilirsiniz.
 

Pisa Katedrali

Toscano bölgesinin en büyük katedrali ve Rönesans döneminin önemli yapılarındandır.
 
 

 

9 Nisan 2017 Pazar

AMERİKA VOLUM 3


Amerika'ya gitmek söz konusu olduğunda içimde kelebekler uçuştuğu doğrudur :)

Amerika’yı bu kadar çok sevmemin sebebi sanırım her milletten insana yaşam sunulması ve insanların kendileri olma özgürlüğünü rahatça yaşayabilmeleri olsa gerek…

New York gezimizde bu yaşam stiline giriş yapmıştık,şimdiyse yolumuz batı yakasına düştü ve Amerika’nın en çok merak ettiğim eyaleti olan California’ya doğru uzandık.

Yolculuğumuz,Amerika'nın batı yakasının en güzel şehirlerinden birine,San Francisco’ya...Hani şarkıda diyor ya “if you are going to  San Francisco,you are gonna meet some gentle people there…” gerçekten de sokaklarında kibar insanların olduğu,göz göze gelince sizi selamladığı bir şehir San Francisco...Pozitif insanları,hippi ruhu,güzel havası ve Victoria dönemi mimarisiyle gönlünüzü fethedecek ve defalarca gelmek, hatta yaşamak isteyeceğiniz bir şehir...Gönül isterdi ki San Francisco-Los Angeles-Las Vegas üçlemesi yapalım ama gidiş amacımız seyahat değil oğlumun terapileri olduğu için 2 hafta boyunca terapi merkezinin olduğu San Rafael'de kaldık,hafta sonlarını ise San Francisco ve Napa Valley'i gezerek ve tabii ki alışveriş yaparak geçirdik.Ama başka bir sefere bu üçlemeyi yapacağım inşallah.

San Francisco,Amerikanın batı yakasında, gelir düzeyi en yüksek eyalet olan California eyaletinde,Pasifik Okyanusu'nun kenarında bulunuyor.Bizim gittiğimiz dönemde İstanbul’dan San Francisco’ya direkt uçuş yoktu,ya Los Angeles’a gidip oradan iç hatlarla San Francisco’ye geçecektik ya da Avrupa üzerinden San Francisco’ya aktarma yapacaktık.Biz ikinci seçeneği seçerek Lufthansa Havayolları ile önce Frankfurt’a geçip bir gece Frankfurt’ta kaldıktan sonra yine Lufthansa Havayolları ile San Francisco’ya geçtik.San Francisco’ya iner inmez,ocak ayında olmamıza rağmen güneşli pırıl pırıl bahar havası bizi karşıladı,bu kadar uzun yolculuktan ve Almanya’nın soğuğundan sonra içimizi ısıttı ve biraz olsun yorgunluğumuzu aldı.Havaalanından bir araç kiralayıp otelimizin olduğu ve vaktimizin büyük bölümünü geçireceğimiz San Rafael’e gittik.Eğer çocuğunuzla gittiyseniz araç kiralarken mutlaka çocuk sayısı kadar da oto koltuğu kiralamanız gerekiyor,aksi halde polis görürse para cezasına çarptırılıyorsunuz.

Çocuklarla geldiğimiz için,dışarıda yemek yeme riskini göze almak istemedik ve içinde mutfağı,yatak odası ve oturma odası bulunan suit odaları olan Marin Suit Otel'de kaldık.Otelde sabah kahvaltısı vardı,diğer öğünleri de hafta içi yakınlardaki marketlerden alışveriş yaparak odamızda hazırladığımız yiyeceklerle geçirdik.Haftasonları ise gezdiğimiz yerlerde gözümüze kestirdiğimiz restaurantlara girdik.Bence ailecek gidecekseniz bu tip bir otelmde kalmak oldukça ideal.
P
Vaktimiz sınırlı ve çoluklu çocuklu olduğumuz için San Francisco’nun hakkını tam olarak veremedik ama yine de başlıca gezilmesi gereken yerlere gidebildik diyebilirim.

Fisherman’s Wharf

Çeşit çeşit mağazaların ve restaurantların olduğu,oldukça kalabalık bir rıhtım burası.


Pier 39

Fisherman’s Wharf 'ın en popüler yeri olan Pier 39’da hediyelik eşya dükkanlarını gezerek keyifli vakit geçirebilirsiniz.Bir sürü restaurant olduğu için yiyecek seçeneği de oldukça fazla.Deniz ürünleri seviyorsanız tam yerine geldiniz diyebilirim.Ama Pier 39'un en ilginç yeri kesinlikle deniz aslanlarının uzanıp güneşlendiği iskeleler.Fotoğraf çekmek için yaklaştığınızda kötü kokuyu almamanız imkansız ama bu ilginç fotoğraf için sanırım değer...

  Güneşlenen deniz aslanları
 
 
 

 

Golden Gate ve Vista Point

San Francisco denince tabii ki ilk akla gelen Golden Gate oluyor.Golden Gate’i bisikletle ya da araçla geçebilirsiniz.Bizim gibi araçla geçecekseniz geçiş ücretini internet sitesinden ödemeniz gerekiyor,zira köprü üzerinde herhangi bir ödeme noktası bulunmuyor.Ödeme yapmadan geçtiğinizde araç kiralama şirketi k.kartınızdan geçiş ücretini cezasıyla birlikte çekebiliyor.Meşhur kırmızı köprüyü en iyi fotoğraflayabileceğiniz yerlerden biri de Vista Point.Turistlerin fotoğraf çekmek için akın ettiği bir yer burası.







Alcatraz Hapishanesi

Meşhur hapishane şimdilerde müze olarak kullanılıyor ve Fisherman’s Wharf’tan kalkan tur tekneleriyle gidebiliyorsunuz.Biz gitmedik ama ilginç bir müze gezisi olabilir.

Union Square

Burası San Francisco’nun en merkezi yeri.Sayısız mağazalarıyla alışveriş severler için oldukça heyecan verici :)

Lombert Street

Labirent gibi döne döne inen,ortasında çok güzel bir peyzaj düzenlemesinin olduğu Lombert Street,San Francisco’nun önemli caddelerinden biri.Güzel havada gezip fotoğraf çekilebilecek yerler arasında.



Alama Square

Burada San Francisco mimarisinin en tipik örneği olan Painted Ladies denilen evleri görebilirsiniz.



Oakland Bay Köprüsü

Oakland Bay Bridge,San Francisco’nun ikinci köprüsü ve San Francisco ile Oakland şehirlerini birbirine bağlıyor.Golden Gate kadar olmasa da kendi çapında ünlü bir köprü.Oakland’da işimiz olduğu için geçme şansını bulduk.

Napa Valley

San Francisco’nun kuzeyinde,arabayla yaklaşık 2 saatlik mesafede bulunan Napa Vadisi Amerika’nın şarap ülkesi olarak da biliniyor.Napa Nehri kenarında birçok restaurant ve konaklamak için otel bulabilirsiniz.Biz günübirlik gidip,nehir kenarındaki restaurantlardan birinde keyifli bir öğlen yemeği yedik  ve çevreyi gezdik.Şansımıza hava çok güzeldi,açık havada bol bol gezindik.Birkaç gün kalacaklar için şarap bağlarını gezmelerini ve burayla özdeşleşen nefis şaraplardan tadmalarını tavsiye ederim.



Alışveriş

San Francisco’da alışverişin kalbi Union Square’de atıyor.Outletlere bakmak istiyorsanız da bir Amerika klasiği olan ve hemen her yerde bulabileceğiniz Ross ve Marshalls mağazalarını söylemiyorum bile.Ayrıca Grand Mall’da da birçok markanın mağazasını bulabilirsiniz.

Organik yiyecek merakınız varsa ve gıda takviyesi almak istiyorsanız da Whole Foods sizin için biçilmiş kaftan.Ben hem kendimiz hem de oğlum için epey bir şey aldım buradan.

San Francisco gezisinden aktarabildiklerim bunlar.Doyamadan dönmek zorunda kaldım ve sanırım yine kalbim Amerika’da kaldı :(