12 Ekim 2016 Çarşamba

BARCELONA BARCELONA...


Woody Allen’in"Barcelona Barcelona"filmini izlediyseniz,Barcelona görüntülerine eşlik eden filmin muhteşem müzikleri sizi alıp Barcelona sokaklarına götürecektir ve ne olduğunu anlamadan kendinizi bilgisayar başında Barcelona bileti alırken bulabilirsiniz.
Eğer Barcelona’ya gitmeye karar verdiyseniz,moda girmek için gitmeden önce "Barcelona","Asturias","Gorrion",Entre Dos Aguas"ı dinlemek iyi bir fikir olabilir.
İspanya’nın Madrid’den sonra en büyük şehri ve aynı zamanda özerk bir statüye sahip Katalonya bölgesinin başkenti olan Barcelona,Avrupalı olmasının yanı sıra sımsıcak bir Akdeniz liman şehri olduğunu da size her metrekaresinde hissettiriyor.Mimar Antonio Gaudi’nin adete imzasını atmış olduğu şehre hem kültürel bir gezi için hem de deniz ve eğlence odaklı bir tatil için gidebilirsiniz.
Son derece sıcakkanlı olan Barcelona halkı kendilerini İspanyol olarak değil Katalan olarak görüyorlar.Şehirde Katalanca ve İspanyolca konuşuluyor.Ancak turistik bir bölge olmasına rağmen ne halk ne de garsonlar pek fazla İngilizce bilmediği için bazı zamanlar iletişimde zorlandığımız oldu.
Barcelona,sıcacık Akdeniz kimliği ve birçok tarihi yapısı ile son derece turistik bir şehir olmasının yanı sıra mimarlar için ayrı bir öneme sahip.Bir tarafta Gaudi fantastik yapılarıyla şehirde adeta gövde gösterisi yaparken,diğer tarafta Frank Gehry, Mies Van der Rohe,Le Corbusier ve Calatrava gibi modern mimarinin en önemli mimarlarının izlerini sürebiliyorsunuz.
Biz Barcelona seyahatimiz öncesi Frankfurt’ta bulunduğumuz için Barcelona’ya Frankfurt’tan Luftansa Havayolları ile 2 saatlik  bir uçuş süresi sonrası ulaştık.İstanbul’dan yapılan direkt uçuşlar ise yaklaşık 3,5 saat sürüyor.
Barcelona’nın en büyük havalimanı olan El Prat havalimanından şehir merkezine ulaşım tren ya da otobüslerle sağlanıyor.Şehir içi ulaşımı ise metro,otobüs,taksi ya da araç kiralayarak sağlayabilirsiniz ancak bunlar içinde en eğlenceli ve kullanışlı olanı bana göre “Barcelona Bus Turistic” denilen üstü açık turist otobüsleri. Panaromik şehir gezisi yapabileceğiniz bu otobüslerde kulaklıkla,geçtiğiniz güzergahla ilgili bilgi veriliyor.İstediğiniz yerde inip gezdikten sonra herhangi bir duraktan herhangi bir hatta binip yolunuza devam edebiliyorsunuz.2 günlük bilet alarak bu geziyi yapabiliyorsunuz.
Barcelona’da kaldığınız süreye göre gezebileceğiniz pek çok yer var ve eğer Barcelona Bus Turistic ile gezerseniz,sizi gezilmesi gereken başlıca yerlere götürüyor.Ben yine de size görmeden dönmemeniz gereken yerleri sıralıyorum:

Sagra da Familia

“Kutsal Aile” anlamına gelen kilise Barcelona’nın en önemli simgelerinden biri.Yapımını 1883’te Mimar Antonio Gaudi devralmış ancak tamamlayamadan 1926’da hayata veda ettiği için kiliseye halk arasında “Bitmeyen Kilise”de deniyor.Halktan toplanan bağışlarla kilise inşaatı,Gaudi’nin ölümünün 100.  yıldönümü olan 2026’ya kadar bitirilmeye çalışılıyormuş.
“Geleceğin mimarları doğayı taklit edecekler.Bu mimarinin en doğru,rasyonel ve ekonomik kullanımı olacaktır”diyen sıradışı Mimar Gaudi'nin,kilisenin salyangozu andıran merdivenlerinden,doğadan esinlenen desenlerle bezenmiş duvarlarından ve kulelerin tepesindeki meyve figürlerine kadar yapının her detayını doğadan ilham alarak tasarladığını göreceksiniz.
Biletinizi önceden almadıysanız kiliseyi gezmek için yaklaşık 1 saatlik bir bilet kuyruğunu gözden çıkarmanız gerekiyor.




Casa Mila

Antonio Gaudi’nin 1906-1910 yılları arasında yaptığı  Casa Mila tamamen doğal taşlardan inşaa edilmiş ve sahip olduğu iki avlu sayesinde her odası ışık alacak şekilde tasarlanmış.Çatısında bulunan değişik formlardaki bacalar ise oldukça enteresan.

Casa Batllo

Gaudi’nin bir diğer önemli eseri olan Casa Batllo’yu gezerken,binanın ejderha sırtını andıran çatı kısmını ve kemiği andıran sütunlarını gördüğünüzde,mimarın organik formlardan nasıl etkilendiğini bir kez daha göreceksiniz.

Park Guell

Masalları andıran bir havası olan Park Guell,Gaudi’nin Sagrada Familia’dan sonraki en önemli yapısı.Günümüzde Unesco Dünya Mirası listesine alınan parkın yapılış amacı dönemin seçkin insanlarının kalacağı yaklaşık 50 konutluk bir proje iken,hiç konut satılamadığı için,üzerindeki tamamlanan sadece 2 konutu ile arsa belediyeye geçmiş ve daha sonra da halka açık bir park haline gelmiş.Parkın içinde Gaudi’nin 20 yılını geçirdiği evi “Museu Gaudi” bulunuyor.Evi gezdiğinizde Gaudi’nin tasarladığı objeleri ve mobilyalarını görebiliyorsunuz.






La Rambla Caddesi

Barcelona’nın en turistik caddesi olan La Rambla Caddesi, Katalunya meydanından (Placa de Catalunya) başlayıp limana kadar devam eder.Şehrin en hareketli noktalarından biri olan cadde üzerinde birçok kafe,restaurant ve mağaza bulabileceğiniz gibi Mercat de La Boqueria denen ünlü bir sebze meyve pazarı da bulunuyor.Ayrıca cadde üzerindeki birçok sokak sanatçısı mini gösterileriyle turistlerin ilgi odağı olmuş durumda.

Katalunya Meydanı’ndaki Zürih Cafe oldukça meşhur.Burada oturup buz gibi bir Sangria içebilirsiniz.Ayrıca siz de bizim gibi yurtdışındaki Hard Rock Cafe şubelerine uğramayı sevenlerdenseniz,Hard Rock Cafe de bu meydanda bulunuyor.
La Rambla caddesinden denize doğru indiğinizde Barcelona’nın ünlü limanı Port Vell’e ulaşıyorsunuz.Denizcilik Müzesi,Barcelona Akvaryumu ve Kristof Kolomb heykeli burada bulunuyor.
Buradan yürümeye devam ettiğinizde Barcelonata bölgesine geliyorsunuz.Sahil şeridinde bir sürü kafe ve bar sıralanıyor.Yaz mevsiminde giderseniz burada denize girebiliyorsunuz,bizim gittiğimiz dönemde de hava çok güzeldi ve denize girenler vardı ancak biz girmedik.
                                                        
                                                                 
                                                                   
 
 
                                                     

Barri Gotic

La Rambla Caddesi’nin batısında kalan semt,adından da anlaşılacağı gibi Barcalona’nın gotik mahallesidir.Geçmiş yüzyılların nefesini soluyabileceğiniz mahallenin daracık,labirenti andıran sokaklarında dolaşırken kaybolmak ayrı bir zevk bence.Birbirinden şirin kafe ve restaurantlarında oturup bir Sangria da burada için derim…
Bölgede birçok kilise ve manastır bulunuyor.Bunların en önemlisi ise Barcelona Katedrali.

Barcelona Katedrali

Emeviler döneminde camii olan yapı Barcelona Kontluğu tarafından yıkılıp yerine bugünkü katedral inşaa edilmiş.Gotik tarzdaki ihtişamlı yapının çan kulesine çıkıp şehir manzarasını izleyebilirsiniz.

İspanyol Meydanı(Placa de Espanya)

Katalan Ulusal Sanat Müzesi(MNAC) ve Arena Alısveriş Merkezi burada bulunuyor.Akşamları MNAC önünde yer alan La Font Magica yani Sihirli Çeşme’de muhteşem bir ses-ışık-müzik gösterisi yapılıyor.Ellerine fotoğraf makinelerini alan insanlar meydana doluşup gösteriyi izliyor.Ancak sezona göre gösteri günleri ve saatleri değiştiği için gitmeden önce internet sitesinden bilgi alsanız iyi olur.
Ayrıca bu meydandan Montjuic Tepesi’ne de çıkabiliyorsunuz.Gündüz Montjuic Tepesi'ni gezip akşam meydana inerek gösteriyi izleyebilirsiniz.

Montjuic Tepesi

Montjuic Kalesi,Olimpiyat Stadyumu, Joan Miro Müzesi ve Poble Espanyol burada bulunuyor.Calatrava’nın heykelsi yapısı İletişim Kulesi'ni de burada görebilirsiniz.

Poble Espanyol

İspanyol köyü anlamına gelen Poble Espanyol,ülkedeki önemli yapıların küçük replikalarından oluşuyor.Çok sayıda kafe ve atolye bulunan bu açık hava müzesinde cam,seramik ve deri işçiliğinin en güzel örneklerini görebilirsiniz.
 
 
 

Nou Camp Stadyumu

Bana göre görmeden dönmemeniz gerekenler listesinde olmasa da erkekler için öyle olduğunu tahmin ettiğim için listeye ekledim:)Biz içerisine girmedik ancak içeri girip boş stadyumu gezebilir ve forma…vs satın alabilirsiniz.


Yeme-İçme

Barcelona’da mutfağın ana hatlarını Tapas,Paella ve Sangria oluşturuyor.Bizim meze ya da kanepe diye de tabir edebileceğimiz tapaslar oldukça çeşitli ve son derece lezzetli.Geleneksel yemekleri olan Paella ise pirinç ve çeşitli deniz ürünleri ile yapılıyor.Ancak her yerde yememek gerekiyormuş,iyi bir yerde yemezseniz sonuç hüsran olabiliyor.Sangriyayı ise her fırsatta bol bol için…

Barcelona’da Eğlence

Yazımın başında da bahsettiğim gibi Barcelona hem kültürel bir gezi hem de eğlence odaklı bir gezi isteyenleri tatmin edecek bir şehir.Port Vell’de sahil boyunca çok sayıda club sıralanıyor.Cuma ve Cumartesi günleri ise eğlence sabahın ilk ışıklarına kadar devam ediyor.Turistler Port Vell’deki clubları tercih ederken yerel halkın gittiği barları da görmek istiyorsanız El Borne bölgesine uğrayabilirsiniz.

Palau Dalmases

Barcelona’ya gelmişken flamenko izlemeden olmaz:)Palau Dalmases’de şahane bir flamenko gösterisi izleyebilirsiniz.1 saat süren şovun bileti içki dahil olarak satılıyor.

 
 



Alışveriş

Hemen her yerinde alışveriş imkanı olan Barcelona’da en popüler alışveriş mekanlarının başında Maremagnum Avm,Passaig De Gracia Caddesi,La Rambla Caddesi,Port Vell,Montjuic ve Placa da Catalunya geliyor.
Ayrıca gezmekten ayrı bir zevk alacağınız antika ve 2. el pazarları bulunuyor.Mercat dels Encants,Mercat Gotik ve Sarria en ünlüleri.

Avrupa’nın en hayat dolu şehirlerinden biri olan Barcelona için sanırım benim söyleyeceklerim bu kadar.

Bir başka seyahatte görüşmek üzere…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3 Ekim 2016 Pazartesi

PARİS...


 

   “Modanın Başkenti”,”Dünyanın en romantik şehri”,”Sanat Şehri”,”Bohem Şehir”…
Paris için yapılabilecek o kadar çok tanımlama var ki,hepsini de fazlasıyla hak ediyor.Biz Paris seyahatimiz için 5 gün ayırmıştık ama Paris’te gezilecek çok fazla yer var,kalabiliyorsanız en az 1 hafta kalmanızı tavsiye ederim.
Paris’e İstanbul’dan birçok havayolu şirketi ile direkt uçuş yapabiliyorsunuz ve uçuş süresi yaklaşık 3,5 saat sürüyor.Kentte Charles de Gaulle havalimanı,Orly Havalimanı ve Beauvais havalimanı olmak üzere üç tane havalimanı bulunuyor.Biz Charles de Gaulle havalimanına indik ve trenle şehir merkezine ulaştık.Metrolar 00.30’a kadar çalıştığı için bizim indiğimiz saatte metro yoktu ve biz de otele taksiyle gidelim dedik ancak taksi bulmamız oldukça zor oldu .Eğer taksiye binecekseniz önceden aramanız gereken numaraları yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim.Taksi bulamayınca gecenin bir yarısı elimizde valizlerimizi çekiştirerek Paris sokaklarında yürümeye başladık.Böylece gece yarısı Seine Nehri üzerinden geçerek,gecenin sessizliğinde şehri şöyle bir süzme şansımız oldu.Daha kendisiyle yeni tanıştığım o dakikalarda sevdim Paris'i...Soğuk,bohem,mağrur,güzel...Paris'in benim için ifade ettikleri...Evet gerçekten çok soğuktu, neyse ki sonunda bir taksi durdurabildik ve otelimize gidebildik :)

 
Yazımın başında da bahsettiğim gibi Paris’te gezilecek çok fazla yer var.Başlıcalarını sıralayacak olursak Eiffel Kulesi ve Champ de Mars Parkı,Askeri Akademi,Charles de Gaulle Meydanı ve Zafer Takı,Champs Elysees Caddesi, Louvre Müzesi,Montmartre Tepesi ve Sacre Coeur Bazilikası,Pompidou Müzesi,Arap Enstitüsü’nü söyleyebiliriz.
Paris’te ulaşım şehrin hemen her yerine metro ile yapılabiliyor.Çok gelişmiş bir metro ağına sahip ve bu nedenle de başlangıçta biraz karışık gelebilir.16 hattan oluşan metroda gideceğiniz durakta inebilmek için bu hatlar arasında aktarma yapmanız gerekebiliyor.Otelinizden ya da turist bilgi bürolarından edineceğiniz bir metro ağı şeması işinizi çok kolaylaştıracaktır.

 Eiffel Tower (Eiffel Kulesi) ve Champ de Mars Parkı

Paris denince ilk akla gelen yapı tabii ki Eiffel Kulesi oluyor.Tam 324m yüksekliğindeki kule,Fransız devriminin 100.yıl kutlamaları için 1887-1889 yılları arasında Gustave Eiffel tarafından yapılmıştır.Her ne kadar yapıldığı ilk yıllarda mimarların ve çevrecilerin çok sert eleştirdiği ve “metal yığını” olarak nitelendirdiği kule için yıkılma kararı alınmış olsa da son anda telgraf anteni olarak kullanılmasına karar verilmiş ve yıkılmasından vazgeçilerek günümüz Paris’inin en önemli simgesi haline gelmiştir.Kuleye merdivenlerle ya da asansörle çıkabiliyorsunuz ve her iki seçenek için de ayrı bilet kuyrukları bulunuyor.Biz asansör kuyruğu daha uzun olduğu için merdiven kuyruğuna girme hatasında bulunduk ve çıkarken epey yorulduk ama kuleye çıktığımızda gördüğümüz manzara tüm yorgunluğumuza değdi.Eiffel kulesinden baktığınızda,düzgün peyzajıyla hemen önündeki Champ de Mars Parkı,şehri boydan boya ikiye bölen Seine Nehri ve bütün Paris adeta ayaklarınızın altına seriliyor.


 

Askeri Akademi (Ecole Militaire)

Champ de Mars Park’ının hemen yanında bulunan bina 1756 yılında harp akademisi olarak yapılmiş ve hala aynı amaçla kullanıldığı için sadece dışarıdan görebiliyoruz.

Charles de Gaulle Meydanı ve Zafer Takı

Charles de Gaulle Meydanı’nda,Champ Elysees Caddesi’nin batı ucunda bulunan Zafer Takı (Arc de Trimphe) Paris’in en önemli yapılarından belki de ikincisi.12 caddenin birleşim noktası olan Zafer Takı,Napolyon’un isteği üzerine 1806 da yapılmaya başlanıyor ancak tam 30 yıl sonra tamamlanabiliyor.Altında Meçhul Askerin Mezarı bulunuyor.1.Dünya Savaşı’nda ölen askerlerden birinin cenazesi buraya gömülmüş ve o günden beri sembolik olarak bitmeyen bir ateş yakılıyor.

Champs Elysees Caddesi

Paris’in en ünlü ve en güzel caddesi olan Champs Elysees,Paris’e gelen her turistin mutlaka görmek istediği bir yer.Yaklaşık 2 km uzunluğunda olan cadde üzerindeki  binaların hepsi son derece ihtişamlı.Cadde üzerinde  birçok mağaza,kafe ve restaurant bulunuyor.Mağazalarda alışveriş yapabileceğiniz gibi yorulduğunuzda şık kafelerde oturup kahvenizi yudumlayabilirsiniz.Akşam ise daha farklı ve ışıltılı bir havası olduğu için mutlaka akşam da görmenizi tavsiye ederim.

Louvre Müzesi

Dünyanın en önemli müzelerinden olan Louvre Müzesi,geçmişte de dünyanın en büyük saraylarından biriymiş ancak daha sonra Napolyon tarafından müzeye dönüştürülmüş.35.000 e yakın eserin bulunduğu müzede;resim,heykel,Yunan sanatları,Mısır sanatları,doğu sanatları gibi bölümler bulunuyor.Bütün eserleri gezmeye kalkarsanız hem çok yorucu oluyor hem de zaten bir gün yetmiyor.Müzenin en önemli eserleri arasında Leonardo Da Vinci’nin Mona Lisa’sı,Medusanın Salı ve Milo Venüsü yer alıyor.
Müzenin girişinde “Grande Pyramide” denilen büyük cam piramidi göreceksiniz.Fransızların birçoğu cam piramidi Louvre Müzesi’ne yakıştıramasa da ben çok sevdim.Müzeye girişi buradan yapıyorsunuz ancak girişte uzun kuyruklar olduğu için biletinizi önceden internetten almanızı tavsiye ederim.



Montmartre Tepesi

Ressamlar Tepesi olarak da bilinen Montmarte Tepesi,Paris’in en yüksek tepesi olduğu gibi aynı zamanda da en şirin,cıvıl cıvıl,hayat dolu bölgelerinden biri.Tepeye merdivenlerden çıkabileceğiniz gibi bizim yaptığımız gibi teleferikle de kolaylıkla çıkabiliyorsunuz.Montmartre Tepesi’ne çıktığınızda etrafınızı saran ısrarcı ressamları görünce buraya neden Ressamlar Tepesi dendiğini anlıyorsunuz.Eşimle hatıra olsun diye bir portremizi çizdirdik ve oldukça başarılıydı.Siz de  portrenizi ya da karikatürünüzü çizdirecekseniz mutlaka pazarlık yapın,çünkü iyi bir pazarlıkla fiyatı yarıya düşürebilirsiniz.
Burayı cıvıl cıvıl yapan özelliklerden biri de her sokakta rastlayabileceğiniz sokak sanatçıları.Sokak müzisyenlerinin mini konserlerini dinleyebilir ya da dansçıların şovlarını izleyebilirsiniz.
Montmartre Tepesi alışveriş açısından da oldukça keyifli bir yer.İrili ufaklı bir çok mağazada Paris’i anlatan yüzlerce hediyelik eşya bulabilirsiniz.Ve tabii ki birbirinden şirin kafelerinden birinde oturup, kahvenizi içip,karnınızı doyurmanızı tavsiye ederim.



 

Sacre Coeur Bazilikası

Montmartre Tepesi’ndeki  bu beyaz kilisenin adı “Kutsal Kalp” anlamına geliyor. Hz.İsa’ya adandığı için Hrıstiyanlar açısından ayrı bir değere sahip.83 m yüksekliğinde bir saat kulesine sahip ve çıkması çok kolay olmasa da kulenin tepesine çıkıp muhteşem Paris manzarasını izlemenizi tavsiye ederim.


Pompidou Kültür Merkezi

İçindeki binlerce sanat eserinden önce Pompidou Kültür Merkezi sıra dışı tasarımıyla bir mimar olarak benim gönlümü fethetti.Mimarları Richard Rogers ve Renzo Piano,bütün tesisat akslarını binanın dışında toplayarak hem iç mekanı daha kullanışlı bir hale getirmiş hem de tesisat borularının her birine farklı renk vererek binaya görsel bir zenginlik katmışlar.Binanın dışından yükselen yürüyen merdivenlerle yukarı çıkmak ise son derece ilginç ve güzel.
Pompidou binasının önü ise tam bir şenlik yeri.Yerel kostümleriyle ensturman çalan müzisyenler,kendilerine has metodlarıyla enterasan şovlarını sergileyenler,sokak kuklaları…Ne ararsanız var..
Pompidou Kültür Merkezi’nin içinde ise,Ulusal Modern Sanat Müzesi,sinema,sergi alanları,restauran,seyir terası,çocuklar için oyun atolyesi bulunuyor.Seyir terasından tüm şehri görebiliyorsunuz.
70.000'den fazla eserin sergilendiği Ulusal Modern Sanat Müzesi’nde Avrupa’nın en önemli sanatçılarının eserlerini görebilirsiniz.


 

Arap Enstitüsü

Arap Enstitüsü Binası’nı ,Mimarlık Tarihi dersinde hocamız anlatmış olduğu için ayrıca merak ediyordum.Mimar Jean Nouvel tarafından tasarlanan yapı  Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüş.Yapının  cephelerinde kullanılan ve İslam kültüründen esinlenilen motifler güneş ışınlarının yönüne göre hareket eden diyaframlardan oluşuyor.
Binanın içinde ise müze,kütüphane,restaurant ve çalışanları için ofisler yer alıyor.Müze içerisinde Arap medeniyetlerini,sanatlarını,tarihlerini anlatan sergiler bulunuyor.


Gösteriler

Paris,gündüzleri müzeleri,sarayları ve tarihi yapıları ile dolu dolu yaşanacak bir şehir iken geceleri ise kabareleri ve şık gösterileriyle oldukça eğlenceli bir şehir olarak karşınıza çıkıyor.Bunlardan en önemlisi ise Moulin Rouge ve Lido Show.Moulin Rouge daha geleneksel olduğu için biz daha modern olan Lido Show’u tercih ettik.

Lido Show

Champs Elysees Caddesi üzerindeki Lido Gösteri Merkezi’nde sergilenen Lido Show, hem Paris’e gelen turisterin hem de Fransızların ilgi odağı olan bir kabare.
Fransızlar bu gösteriye pek bir önem veriyor olacaklar ki, iki dirhem bir çekirdek giyinip gelmişler :) Tabii biz bunu bilmediğimiz için kot pantolon ile aralarında biraz salaş kaldık ama neyseki bizim gibi giyinen bir sürü turist vardı. Zaten turistlerle Fransızları giyimlerinden kolaylıkla ayırabiliyorsunuz :)
Yemekli ve yemeksiz seçenekleri olan Lido Show’da eşsiz bir gösteri izleme şansı bulacaksınız.Saniyeler içinde değişen sahne dekorunu ve figürleri hayretle ve hayranlıkla izleyeceksiniz.

Yeme-İçme

Paris’te aradığınız tüm dünya mutfaklarını bulabileceğiniz gibi geleneksel Fransız mutfağını da tercih edebilirsiniz.
Sabahları kruvasan ve kahveden oluşan son derece vasat bir kahvaltıları olan Fransızların diğer öğünlerinde ise peynir,şarap ve tereyağı en önemli üçlü...Etleri her ne kadar çok pişmiş isteseniz de oldukça az pişirdikleri için ben pek sevemedim.
Siz de benim gibi Fransız mutfağından pek hazzetmiyorsanız şehirde birçok leziz pizzacı bulabilirsiniz.Victoria Station isimli şirin pizzacıyı,hem tren vagonu şeklindeki tasarımı hem de lezzetli pizzaları dolayısıyla biz çok sevdik ve uğrak yerimiz oldu.
Paris’te dolaşırken Fransızların ne kadar çok krep sevdiğine hayret edeceksiniz.Hemen her köşe başında bulunan krepçilerden yayılan mis gibi kokulara karşı koyabileceğinizi sanmıyorum.Hele bir de krep menüleri var ki çok komik.Ana yemek olarak sosisli,mantarlı ..vs krep gelirken tatlı olarak da nutellalı krep geliyor masanıza :)
Bizim Paris’te 5 güne sığdırabildiklerimiz bu kadar. Bunların dışında  gezmeye vakit bulamadığımız Versay Sarayı,Notre Dame Katedrali, Orsay Müzesi ve tabii ki Disneyland bulunuyor.Paris bana göre,her mevsimde ve her yaşta tekrar tekrar gidilesi,yaşamaya doyamayacağınız bir şehir…İlk fırsatta tatil programınıza ekleyin derim..

   Görüşmek üzere…